12.10.24, cumartesi.
Hangimizin önüne
girdiği her ortamda kırmızı halılar serildi ki? Hangimizin her şey istediği
gibi oldu bu hayatta? Hangimiz girdiği her ortamda bakışları üzerinde topladı? Eğer
babanız büyükelçi minvalinde bir yerlerde değilse ya da minnacık ailenizin
prensesi değilseniz siz de diğer herkes gibi normal hayat yaşıyorsunuzdur. Öyle
her akşam yemeği menüsü istediğiniz gibi olmaz. İstediğiniz her koşulda istediğiniz gibi yaşayamazsınız. Ayakkabı almak için bile ailenizin kendi
içinde bir ihtiyaç sıralaması vardır ve ona uyarsınız. Kısacası ve aslında en
önemlisi, her istediğiniz şeyi istediğiniz zaman elde edemezsiniz. Eğer uygun
bir istekse vakti zamanı vardır, eğer uygun değilse sıralamaya bile alınmaz. Bir
yerden sonra siz kendi yolunuzu çizmek ve hayalinizdeki o konforlu ortam için,
hayatın tam içine bizzat kendi isteğinizle bodoslama dalarsınız. Kimi zaman
ucundan kıyısından sakin bir giriş de olabilir bu. Sonuç olarak, kendi
alnınızın terini akıtmayı yine o teri kendiniz silmeyi öğrenirsiniz. Hep çırpınırsınız
daha ilerisi için, ama yine aynı yerdesinizdir. Allah garip kuşun yuvasını
yapar dersiniz, ki zaten başka çareniz de yoktur, tekrar çabalarsınız
tutunabilmek için.
Burada garibanlık felsefesi yapmayı çok isterdim; ama bu
yazdıklarım felsefe yapmaktan çok daha gerçek. Anadolu coğrafyasını destansı bir
toprak parçası haline getiren şeylerden biridir bu; kendi yağında kavrulmayı
öğrenmek. İlmek ilmek hayatınızı döşersiniz toprağa döktüğünüz her bir ter
damlasıyla. Ama işte bir an başınızı kaldırıp bakarsınız şöyle etrafınıza: bazılarının
önünde kırmızı halılar serilidir. Bazılarının dolap dolusu ayakkabısı vardır da
siz bir tanesine muhtaçsınızdır hala. Bir ter damlası akıtmadan çağlar ötesinde
yaşayan insanlar vardır başınızı kaldırdığınız yerde. Biliyorum; başınız ümitsizce
önünüze düşer öyle zamanlarda. Olmuyordur işte! Nereden tutarsanız tutun olmuyordur.
Sizin babanız ne büyükelçidir ne de yolunuza kırmızı halılar döşemiştir. Bırakın;
o da kendini bildi bileli kendi yağında kavrulmaktan öteye geçememiştir zaten. Başını
kaldırıp sizi mi görecek! Kötü olmaktan, baba olamamaktan değil; o da ancak
böylesini biliyordur çünkü. Allah onlardan razı olsun.
Pek tabii, çağımız farklı bir evreye geçiyor. Anadolu irfanında
toprağı ekip biçen atalar vardı, yeni çağda farklı yaşam biçimler. Masa başı
çalışarak toprak yüzü görmeden günlerimizi geçirmeye başladık. Evet, yaşam
biçimimiz, yöntemlerimiz epey değişti; ama bu topraklarda bir şeyler öylece
kaldı: kırmızı halısı önüne serili olanlar ve başını kaldırıp etrafa şöyle bir
baktığında kırmızı halısı önüne serili olanları görenler. Ekmeği kolayca kazanmayı
hep bildiler bazıları. Zekâ gücü mü, bilemem. Onlardan biri olmadığım kesin. Ben
ki; daha yağımı kavurmayı becerememişim. Sadece gördüklerimden ibaretim.
Her ne kadar kırmızı halıların önüme serilmediğinden emin
olsam da hep en yakınımda bir yerlerde onlardan görürüm. Hayretle hayatımı onlarla
karşılaştırmadan da edemem. İşin daha da fenası, en yakınıma kadar onları dahil
ettiğimde, bilmiyorum belki de onlar beni en yakınlarına dahil ediyordur
sonuçta güç onların elinde olur genelde, fütursuzca onlar gibi yaşamaya
çalışırım. Olmayan ayakkabı dolabına neden varmış gibi davranırsınız ki? Halbuki
ayakkabı almam gerektiğinde önce ihtiyaç sırasına alınırım.
Bu duruma ne gibi bir açıklama getirilebilir, bilmiyorum. Bildiğim;
onların yanında kendimi alçak bir yerde gördüğüm ve bu konumdan çıkmak için
onlarmış gibi davranma eğilimimin olduğu. Görüyorsunuz; beyhude bir çaba. Keşke
bunu sadece dış görünüş ve yaşam tarzı gibi somut durumlarla açıklayabilsem. Ama
bilinmesi gereken en değerli şeylerden biri de şudur ki; yaşadığınız hayat
sizin kişiliğinizi belirler. Etkilemekle kalmaz; belirler. Küçük şeylerden
mutlu olmayı öğrenmek kolay değildir. Yetinmeyi bilmek de öyle. Yorulmak nedir
bilmeden çabalayan insanlar ile yorulmak nedir bilmeyen insanlar elbette ki
aynı kefeye koyulamaz. Girdiğim bu beyhude çabalarda bildiğim duyguları
bilmezden gelir, bilmediğim yabancı duygulara da alışıkmışım gibi davranırım. Ama
işte rolüm bir yerlerde sığ kalmış olacak ki; yerim hemen kendiliğinden
belirir. Orada onlar için bir piyon, hatta üzücü ama uşak konumuna girerim. Aslında
bu bahsettiğim şeylerin hiçbiri alenen söylenen ve yapılan şeyler değildir de olaya
kuş uçuşu bir bakış atıldığında her şey apaçıktır, nettir.
Okuyucum; ben de oralara özenmiş biri olarak oraları
beğenirim ki; bırakmak istemem. Piyon mu olmam gerekiyor? Olurum. Uşak da olurum.
Oralar güzeldir çünkü. Size acı bir şey belirtmek isterim; bu hayatta değersiz
hissetmek kadar yıkıcı çok az şey vardır. Ama aslında kendi değerimi de kendim
vermişimdir ya! Bu yüzden kaybolmayacağınızdan eminlerdir. Siz hep onların
arkasından gidecekmişsiniz gibi. Cepte olmayı kastediyorum, evet. Ben onlar
için cepte olurum. Harcanır harcanır dururum. Bendeki kalp ya ey ahali!
Sonra bir vakit geçer, gözüm açılır, avucumda kırıklarımla öylece bakakalmışım: sağım boş, solum boş. Başımı kaldırsam yine o kırmızı halılıları göreceğim. Davul bile dengi dengine ey can! Ne için çabaladın?
-Ş.