3 Temmuz 2024 Çarşamba

RENKLERİMİZİ KAYBETMEMEK İÇİN.

 12 Mayıs 24, pazar.


Ara sıra dünya bize farklı renkleriyle görünür olduğundan. Sanki biraz daha yemyeşil., biraz daha masmavi… evet bahar geldi. Tabiat canlanıyor, sabah uyandığımızda zaruretten gitmemiz gereken yerler olsa dahi bir istek filizleniyor içimizde yatağımızdan çıkmak için. Kıyafetlerimizde bile bir renklenme hâkim değil mi? Bahar geldi, yaz geliyor…

Bazen de hayat, her ne kadar bahar mevsiminde olsak da bahar gibi hissettirmeyebilir. Belki içinizi ürkütücü bir titreme alıyordur bu sıralar. Her şey bir önceki günden veya diğer her günden biraz daha zor ve yorucu oluyordur. Ara sıra da dünya renklerini kaybedebiliyor işte. Bu satırlar birilerinin, birilerini ya da en azından kendini anlayabilmesi için…

Sizce kendimize çok mu yükleniyoruz? Unutmak için, hatırlamak için, olduğumuz hali değiştirmek ya da değiştirmemek için? Biraz keskinleştik sanki. İnandıklarımızı, düşündüklerimizi, sınırlarımızı sanki ülke sınırı korur gibi korumaya çalışıyoruz. Değişmek istiyoruz belki ilerlemek için; ama bir yandan da ödümüz kopuyor bir adım öne çıkmaktan. Sorsalar herkes her şeye olabilir gözüyle bakıyordur ama sıra palyaço olmayı seven birini kabul etmeye gelince kıyametler kopuyor. “O kırmızı burun ne alaka?”, “Başka kıyafet mi bulamadın?”, “Saçlarını rengarenk boyayıp da nasıl berbat etmişsin!” “Sen istemiyorsan boyama kardeşim saçlarını; ben böyle seviyorum!” demek var...

Evet, kendimize çok yükleniyoruz. Yeri gelince değişmemek, yeri gelince de değişmek için. Bir ‘olması gereken’ olmalı mı? Hangi siteden sonuçlara bakıyoruz peki? Ona göre yerimi kapacağım da! Bırakalım Allah aşkına! Bukalemun muyuz biz? Bir rengimiz var zaten. Konu benliğimizde ya da duruşumuzda kararlı ya da kararsız olmak da değil aslında. Sadece ne için neyi değiştirdiğimizden emin olmamız gerek. Ben değişiyorum ama neden, niçin, kim uğruna?

Çığlıklar, yardım çığlıkları!

Çılgınlarca bir hızla renklerimizi kaybediyoruz. Dedim ya, ara sıra dünya bize farklı görünür olduğundan, diye! Evet; bazen yeşiller, maviler bol olur baktığımız her yerde. Bazense grileştiririz işte dünyayı kendimize ve birbirimize. Yanlış anlaşılmasın; gri rengi güzeldir, ortayı bulmaktır aslında. Ama amacımızdan sapıyoruz sanki biraz. Orta olmayı bırakın; asit ve bazlar gibi iki ayrı uca çekiliyoruz. Ne olsun peki? Herkes her şeyi tartışabilsin mesela, kırmızıyla mor yan yana gelebilsin. Neyden korkuyoruz ki? Kırmızı zaten kırmızı olarak kalacak, mor da mor. Karışmaktan mı korkuyoruz birbirimize? Halbuki büyük resme bakın; rengarenk yaprakları olan köklü bir ağaç! Birileri düstursuzca yeni renkler oluşturmaya çalışarak zaten eşsiz olan renkleri yok ederken, birileri de iki alakasız gibi duran rengin yan yana gelme ihtimalinden bile hoşlanmıyor. Grileşiyoruz; evet. Ama bu öyle bir gri ki; sadece siyah ve beyazın arasında kalan değil; birbirine karışmış, iç bunaltan bir gri. Bu metin birileri birilerini anlayabilsin diye yazıldı. Okyanusa küçük bir taş atmak yazardan çıksın, okurlar da kıpırtıyı hissetsin diye. Bazen de anlaşılır olmadığınızı düşündüğünüz zamanlar gelir. Anlaşılmaz olmak sorun olmasın, biz bir yerde anlaşılabilir olmamayı da göze alalım. İçinde bitter, sütlü ve beyaz çikolataların karışık olduğu bir kutudan sütlü olanının tadına herkesin bakmasına gerek var mı? Kimileri de beyaz olan çikolatanın müptelasıdır mesela.

Kimi zaman da ne diyor bu yazar diyebilirsiniz; yazar da bilmiyor olabilir hatta. Bazen kelimeler zihninizden öyle düzensiz dökülür ki; karşınızdaki sizi Farsça konuşuyor sanabilir. Yok saymayın dostlarım; biz kafası karışık olanlar da var, onlar da bu gri dünyanın içinde bir yerlerde yaşamaya çalışıyor çaresizce!

-ş.




CİĞERİMİN KÖŞELERİ

 22 Nisan, 25. Hiç kardeşiniz var mı? Benim var. Karındaş olanından. Ciğerimin iki köşesini dolduruyorlar. Dolabımdan bir parça kıyafet al...