21 Nisan 2025 Pazartesi

CİĞERİMİN KÖŞELERİ

 22 Nisan, 25.

Hiç kardeşiniz var mı?

Benim var. Karındaş olanından. Ciğerimin iki köşesini dolduruyorlar. Dolabımdan bir parça kıyafet almaya kalksalar kıyameti koparırım da öl deseler yine onlar için koşa koşa ölüme atlarım. Yanı başımda otururlarken ha bire azarlarım da annem babam onlar hakkında bir şey diyecek olsa yeminli avukatları kesilirim. Canımın canıdır onlar, evlat bildiklerimdir. Bazen bir onlar için yaşadığımı hissederim; bir onlar için çabaladığımı…

Ama hayat bu. Yaşım henüz yirmi küsur olmuştur da annemin dizinin dibinde, kardeşlerimin yanında geçirdiğim yıllar ömrümün yarısı etmez belki. Hayatım hep okuyup büyük adam olmak için yurtlarda yaşayıp, evin hasretini çekmekle geçti.  İlk kalmaya başladığım yurtta 12 kız bir odada yaşamaya çalışmıştık. İlk gece hiçbirimizin uykusu gelmemişti de ilk defa tanışmamıza rağmen sabaha kadar sohbet etmiştik. Her akşam birimiz ‘evime dönmek istiyorum!’ diye ağlar, diğerleri de onu teselli ederdi.

Ben kardeş olmanın karındaş olmaktan fazlası olduğunu ilk o odada öğrendim.

Kahkahasıyla, minnetiyle, hüznüyle, pişmanlıkları ve kızgınlıklarıyla benim ikinci evim olmuştu orası. Ev dediğin içinde her türlü duyguyu barındırırdı. Belki yaşımıza göre çok şey yaşamıştık, birbirimize karşı çok haksızlık yapmıştık ama bu dünyada kan bağından fazlasının olduğunu birçoğumuz o odada öğrenmiştik. Zaman geçti. Her bir anından heybeme bir şeyler attım. Orada ömürlük dost edindim kendime. Üstünden yıllar geçti, o değişti, ben değiştim, günlerce hatta aylarca konuşamadığımız oldu da ilk yüz yüze gelişimizde kaldığımız yerden devam ettik. En zor günlerimde hastaneye koşa koşa geldi. Bana yaptığı makarnayla beraber hem de! Ciğerimin bir köşesi onundur.

Dost deyince aklıma bir de çocukluğum gelir.

 Yaşadığımız şehirden bir başka şehre taşındığımız ilk gün, yeni evimizin bahçesinde kamyonun arkasındaki kalabalığın arasında benimle aynı boylarda bir kız çocuğu vardı. O gün bugündür o kız çocuğunu dostum bilirim. Köyün yokuşlarında, dere tepe arasındaki yollarda, okul servisindeki sabah akşam yolculuklarda, köyün camisinde ve sayamadığım birçok yerde ve zamanda binlerce anı biriktirdiğim kardeşim bildiğim… Mesafelerin gönül bağıyla bağlı olan kişileri etkilemediğini de ilk kez onda gördüm ben. O da ciğerimin bir köşesinin sahibidir.

Ben, bu hayatta en iyi geçen zamanın her anından heybeme bir şeyler atmayı öğrendim.

Kaderimde okumak için evden daha da uzaklara, kalabalık bir şehre, elimde bir valizimle varmak da varmış. Gemide saatlerce ‘o koca şehirde ne yapacağım!’ diye ağladım. Birkaç gün içinde ailem ile önüne gittiğimde o dar koridorlu, basık ve karanlık yurdun duvarlarının üstüme yıkılacağını hissetmiştim de sanki bir şeyler boğazımı sıkmaya başlamıştı. İşte o boğucu yurdun içinde bir oda var: 21 Numara. Duvarlarında tam 4 yıldır 5 dostun anılarını kaydediyor.

Hayat bir öğrenme sürecidir. İnsan, yaşaya yaşaya; yaşamayı öğrenir. Bebekliği, çocukluğu, gençliği… ama bana sorarsanız en büyük okulu gençliğidir insanın. En büyük hikmetler gençlik çağında öğrenilir. İleride gençlik çağıma dönüp baktığımda biliyorum ki zihnimde koca puntolarla 21 Numaralı o oda belirecek. Çünkü yaşamayı ben o odada öğrendim. Önemli olan odanın numarası değildi; odanın içindekilerdi. Ciğerimin köşelerine burada tam dört genç kız yerleşti. Sinir harplerimi, kova kova gözyaşlarımı, içimin içime sığmayışını, herkesten sakladıklarımı, ilk aşkımı, yenilgilerimi ve hatta kazançlarımı bilen; beni hep dinleyen ve annemden daha çok gördüğüm kardeşlerimdi onlar. Birimiz üzgünken diğerlerimizin gülmediği, yardım gerektiğinde yapılabileceklerin hep daha fazlasının yapıldığı, birimizin bir bakışından her şeyin anlaşıldığı, sabahlara kadar sohbet ettikten sonra uykusuz okullara gidildiği bir arkadaşlık bizimkisi. Arkadaşlık ise aslında bu bağın sıfatlarından sadece biri. Dualarımda isimlerini eksik etmediğim, biri bir sebepten sevindiğinde belki de onlardan daha çok sevindiğim, hafızam silinse de onların izinin benden asla silinmeyeceğini bildiğim bir bağ bu. Dost desem az, kardeş desem eksik gelir.

Şimdilerde 21 Numaranın miadı dolmak üzere. Artık o duvarlar başka dostlukları kaydedecek hafızasına. Biliyorum bu kaderin bir cilvesi. Her güzel şeyin bir sonu gelecek. Gençlik devri bitip yetişkinlik çağı gelecek. Kader belki aramıza kilometreler koyacak. Ama dedim ya! ben hayatta en iyi, zamanın her anından heybeme bir şeyler atmayı öğrendim. Bildiklerim öğrendiklerimin yansımasıdır. Hakikat ise bir yansımadan daha fazlasıdır.

Hakikat şudur ki; gönül bağı kurduğun her şeyden sorumlusun bu hayatta. Kalbinde yer tutan herkes kalbinin bir parçasıdır artık. Kardeşlik kan bağıyla değil, gönül bağıyla bağlar kişileri.

Benim ciğerim çok köşelidir dostlar! Her bir köşesi yüreğimi sevgiyle ısıtır. Burnumun direği onlara özlemle sızlar. Sevgi büyük emektir. Bir ömür ekilir, biçilir de hasadı hep peşinden gelir.

-Ş.

🎵Arkadaş Şarkısını Duyunca- Sezen Aksu



  

13 Mart 2025 Perşembe

ISSIZ, KUYTU BİR KÖŞE.

 14 mart, 25.


  İnsan dediğin ne acayip! En sevdiği şeye yabancı olabiliyor bir anda. Bir gün iyiyken bir gün kötü olabiliyor. Bir gün içi nefretle doluyor; ertesi gün sevmeyi öğreniyor. İşte böyle acayiplikler dünyasıdır insan. Her gün kalbinin yeni bir köşesini öğrenir. Onun keşfi hiç bitmez. Aşkı öğrenir, sevmeyi öğrenir, sevilmeyi öğrenir… dertlenmeyi öğrenir, dünyanın kendi etrafında dönmediğini ama aslında kendisinin bi’ dünya olduğunu öğrenir. Öğrenir de, her öğrendiği ona yük olur onu ne zaman öğrenir insan?

Burası kuytu bir köşe. Ben; o köşedeki kız. Hiçbir zaman kendime tam anlamıyla güvenemedim. Hiçbir zaman da kendimi sevemedim. Yazmak hep güzeldi; kolay olandı benim için. Konuşmak zordu; dilim sürçmeden, kelimeleri yuvarlamadan ve zihnimdeki o müthiş cümleleri aktararak tane tane konuşmak çok zordu. Bazen bazı hüzünlerimi anlatmak da zordu. Ben de yazmayı seçtim. Bu işi harika yaptığımdan değil yani! Burası benim için bir konuşma alanı oldu hep. Belki içimdekileri dışarıya döksem, hani yüklerimi sevdiklerimle paylaşsam bu yük hepimize ağır gelecekti. Ben yüklerimle kimseyi yormak istemedim. Kalem ve kâğıt güçlüydü. Yüklerimi kaldırırdı. Boş sayfalar her zaman beni dinlemeye hazırdı ve ben bu fırsatı kaçırmak istemedim.

Yazdıklarım hiçbir zaman kusursuz olmadı. Ne zaman kusursuzluğu gözetsem o zaman elim kalemden uzaklaştı. Profesyonel olmak önemliydi belki ama benim ilk hedefim hiçbir zaman bu olmadı. Bu köşe benim bir parçam. Burası benim kara kutum.

Ancak dedim ya, insan acayipliklerle doludur. Bazen kendine bile yabancılaşır. Kendi içine kapansa ne iyi! Bazen insan kendinden uzaklaşır.

Kuytu bu köşe, bir süredir biraz ıssızdı. O köşedeki kız biraz uzaklaşmıştı çünkü. Ne olur ne biter belli olmaz lakin kalp tanır duyguları, hisleri; öyle kolay unutmaz derin bağ ile bağlandıklarını.

Zaman. Nasip.

Kış gider, bahar gelir. Kalp yeniden atmayı bekler. Daha önce atmıştır çünkü. Sanki yerinden fırlayacakmış gibi atmıştır. Ümit yoktur belki, lakin o bekler. Tekrar atmayı bekler.

Köşedeki kız da bir kalptir. Biraz ümitsiz, ama daha önce yaşamıştır bir kere. Üzerinden ölü toprakları atmayı bekler.  

Bir kalbiniz vardır, onu hatırlayınız…

Ş.

Kanou Ya Habiby - Fairuz🎶

Ben Sana Mecburum - Atilla İlhan




28 Aralık 2024 Cumartesi

YAŞAMAK DEDİĞİN.

 26 Aralık,24.

Bazen nefes alamıyorum.

Ataol Behramoğlu; ‘İnsan balıklama dalmalı içine hayatın, bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına..’ der şiirlerinden birinde. Şiirin tamamı yaşamaya dair güzellemeler içerir aslına bakarsanız. Nefes almak, yaşamanın tadını çıkarmaktır. İçine çektiğin her nefesi hissederek çekeceksin. Mutluysan mutlu; mutsuzsan da sonuna kadar mutsuz ol. Bir yöntemin olsun yaşamaya dair. Yaşa; sonuna kadar, yaşayabildiğin kadar yaşa. Şiiri okuyunca böyle hissedersiniz kendi kendinize. Sanki dünyanın en kolay şeyiymiş gibi! Sanki yaşamak zümrüt bir denize dalmak kadar maceralı ve nefes kesiciymiş gibi. Nefes kesici olduğu doğru!

 

Her gün güne bir şekilde başlıyoruz. Uyanıyoruz ve “macera” başlıyor. Sorumluluklar insanın kaderinin bir parçasıdır. Peşinizi bir türlü bırakmazlar. Bir nefes al ve yataktan kalk. Bir nefes al ve o sıkışık otobüse bin. Bir nefes al ve çocuğunu okuluna götür. Bir nefes al ve patronunun anlamsız azarını dinle. Bir nefes al ve ne anlattığını asla anlayamadığın öğretmeni dinlemeye çalış.

Sonra arada bir nefes ver ve bir kahve iç. Bir nefes ver ve arkadaşlarınla ayaküstü küçük bir sohbete katıl. Bir nefes ver ve mesain bitsin. Bir nefes ver ve öğretmenin dersi erken bitirsin.

 

Kim demiş insan dakikada ortalama 20 kez nefes alıp verir diye? Ben günde taş patlasın 5 kere nefes alıp veriyorumdur…

 

Peki bu günlük, dar ve sıkışık yaşamların içinde biz neredeyiz? Bizim bize hazırlanan bu yapılacaklar listesine uymaktan başka bir yeterliliğimiz yok mu? Evet, dakikalar ve saatler belki olağan akışıyla ilerliyor; peki duyduklarımız, gördüklerimiz, hissettiklerimiz nerede kalıyor? Düşünürüm ki; yaşamak dediğimiz aslında tam olarak budur. Sadece nefes alıp vermek yaşamak olsaydı Ataol Bey böyle bir şiiri kaleme almazdı.

Dış sesler sustuğunda iç sesini duymaya başladığında, yaşamaya da başlar insan. İçine derin bir nefes çeker; kırgınlıklarını, kızdıklarını, huzurunu, amacını, gayesini düşünür. Bir derin nefes daha çeker ve yaşadıklarını düşünür. Sonra derin bir de nefes verir ve yaşayacaklarını düşünür, hayal kurar.

İnsan kalbiyle yaşar. Kalbinden gelen sesi duymayan, günü bir şekilde çıkartır. Ama yaşamış olur mu? Bir gün o zümrüt rengi denize hissederek dalalım ister bu yazar. Nefeslerimize içimize derince çekelim. Yaşayalım. Yaşayalım ki; bu hayat bize bir armağan olsun.

 

Ataol Behramoğlu- Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir şey Var.

Emir Can İğrek- Beyaz

-Ş.




2 Aralık 2024 Pazartesi

İyileşiyorum.

 2 kasım,2024

pazartesi.

İnsan, bazı zamanların hiç geçmeyeceğini zanneder. Bazı gecelerin çok uzun olduğunu ve güneşin bir daha hiç doğmayacağını düşünür. Ben de böyle zamanlardan geçiyorum. Daha doğrusu geçiyordum.

Bende son durum: iyileşiyorum.

Üzerimdeki kara bulutlar, nasıl oldu bilmiyorum, biraz biraz dağılmaya başladığında önümü daha net görmeye başladım. Evet, belki o günlerin geçeceğinin içten içe farkındaydım ama yine de ümitsiz düşüncelerden kendimi alamıyordum. Yaşadığım bazı olaylar, bana bir daha hiç sevilmeyecekmiş gibi hissettirdi. Yaşadığım bazı olaylar, bana kendimi çok değersiz hissettirdi…

Bir ara kendimi kokuşmuş koca bir çöp gibi hissetmekten alıkoyamadım. Bazı günler kendimi çok çirkinmiş gibi hissetmekten; kimsenin beni sevmediğini ve dünyanın en gereksiz insanı olduğumu düşünmekten geri duramadım. Hayat biraz fazla çekilmezdi ve her uyandığım gün bana biraz daha tatsız geliyordu.

Kendi kendime telkinler vermeye çalışıyordum. Kendi kendimi iyileştirmeye çalışıyordum. Her ne kadar tersine inanıyor olsam da bana değer veren insanların benim iyi hissetmem ve iyileşmem için ne kadar çabaladığına şahit oldum sonra. Hayatımdan birileri çıksa da hala çevrem kalabalıktı ve bana değer veriyorlardı. Hatta benim için çabalıyorlardı! Bir yandan, iyileşmek için görmek istemediğim sebeplerim vardı ve onları daha fazla görmezden gelemezdim.  

Kız kardeşimin benim üzgün olmama ne kadar üzüldüğünü gördüm, kahve yapmaktan nefret eden erkek kardeşimin benim için yaptığı şekersiz kahvenin tadını tatsız hayatımda uzun zamandan sonra ilk kez hissettim. En yakın arkadaşlarımın benden aynı şeyleri bıkmadan sıkılmadan nasıl tekrar tekrar dinlediklerini fark ettim. Belki her şeyden kaçtım ama sırt çantamla eve gittiğimde annemin benim için yaptığı tarçınlı havuçlu kekin kokusunu ciğerlerime kadar çektim. Belki kovalarca gözyaşı döküldü gözümden ama camide hiç tanımadığın bir kadının tesellisinde gözlerimi kuruladım. En sevdiğim mevsimin geldiğini yerdeki yapraklardan fark ettim. Bir dahakine kadar pişman olmamak için tadını çıkarmaya karar verdim.

Artık cilt bakımı rutinime dönüyorum. Artık okula giderken yanımda mandalina taşıyorum ve akşam yemeğinde üşenmeden kendime bol ekşili bir salata yapıyorum. Artık kimseye zoraki bir gülüş sunmuyorum; içimden geldiği kadar gülüyorum. Hayat tekrar tatsız gelir gibi olduğunda, babamın her aramamda telefonu ‘prensesim bugün neler yaptı?’ diyerek açmasını ne kadar sevdiğimi kendime hatırlatıyorum. Aramızda kilometreler de olsa annemle karşılıklı kahve içmeli görüntülü konuşmalar yapmanın keyfini hatırlıyorum. Artık sevdiğim insanlara kâğıttan küçük gemiler hediye ediyorum. Gördüğüm kedileri sevmeden geçmiyorum. İçimden her hale elhamdülillah demeyi kendime hatırlatıyorum.

Bazen yine de kırgın hissediyorum. Unutmak kolay değil, sadece güzel zamanların güzelliklerini daha çok hatırlıyorum.

Uzun lafın kısası; bence ben iyileşiyorum.

 🎶Pinhani – Yitirmeden

-Ş.




9 Kasım 2024 Cumartesi

SONU OLMAYAN DÖNGÜLER.

 9 Kasım,24.

cumartesi.

Sonu olmayan döngüler var. İşin içinden çıkamadığın. Biliyorsun hiç kimsenin günahı yok. Ama bir suçlu aramaktan kendini alamadığın şeyler var. Çünkü kalbini temizlemen gerek. Kalbini susturman gerek. Yorucu bir döngü bu. Ama pek de bir şey yapamıyorsun. Gücünü kazanmak için hiç değilse bir şekilde devam edebilmen için.

 

Biliyorum yoruldun. Kimseye açıklayamadığın kesif bir sancı bu. Eksik olan bir şeyler var. İçinde tam olmayan ve nasıl tamamlanacağını bilmediğin eksik şeyler. Arıyorsun, aramaktan da yoruluyorsun işte. Bekliyorsun. Ama beklemek de ayrı bir yorucu. Sadece bu eksikliğin gitmesi gerek bir şekilde? Ya bir gün kalbindeki eksiklikler tamam olursa? Bilmiyorsun, olmazsa? İnsanoğlu bilinmezlikten nefret eder. Bu yüzden bir şeylerin etrafında çırpınır durur. Çırpınıyorsun sen de. Yoruldun ama işte. Birilerinden medet umuyorsun. Kalbin yeni duyguları deneyimlediğinde bir umut diyorsun medet umuyorsun. Sonra onlar da yarım bırakıyor seni. Sonu hüsran. Aradığın şey o değilmiş. Neyi aradığını bilmeden aramak bu. Evet arayan bulamaz ama bulanlar arayanlardır derler, bilirsin. Sen henüz bulanlardan değilsin. Evin yolunu bulamadın. Yorgunsun, ama aramaktan da kendini alamıyorsun. Bulamadın. İşte yine çaresizce o döngünün içinde buldun kendini.

Duman- Aman Aman 🎵

Ş.

5 Kasım 2024 Salı

ÇÖP KUTUSUNU BOŞALTMAYI UNUTANLARA...

 5 Kasım, 24.


Bir çöp kutusu hayal edin. İçini boşaltmayalı uzun zaman olmuş, üzerinde sinekler uçuşan, kapağı yarım açık bir çöp kutusu bu. Geliyorlar gidiyorlar içine birer çöp fırlatıp yanından geçiyorlar. Bazen yer açılsın diye çöpün üzerine bastırıyorlar, çöpleri sıkıştırıyorlar. Çöp kutusu dolmuş, dolalı hayli olmuş. İçine çöpü atanlar çöp kutusunu boşaltmaya hiç de yeltenmiyorlar. Fenası, çöp kutusundan sorumlu bir kişi var mı yok mu bilinmez; çöp sahipsiz kalmış.

 

Bazen, bazı zamanlar, kendimize bir çöp kutusu gibi davranır oluruz. Aslında mevzu çöp kutusu olmak değil. Bilirsiniz; doğanın temiz kalması hususunda çöp kutularının yeri bir hayli büyük. Sokaklarında çöp kutusu olmayan ülkeler medeniyetten yoksun kalmıştır zannımca. Hatta fikrimce herkesin zihninde bir çöp kutusu olmalı zaten. Arttırıyorum; herkesin kalbinde de bir çöp kutusu olmalı. Çünkü hepimizin hayatından çıkarması gereken kişiler, yerler, vakitler olur. Çok amaçlı bir çöp kutusuyla bu ağır yüklerden kurtulur ve yenilerine yer açarız işte, fena mı?

 

Dediğim gibi; bazı zamanlar kendimize bir çöp kutusuymuşuz gibi davranırız. Zihnimizde ya da kalbimizde çöp kutusu tutmak kolaydır; hayatımızdan çıkarmak istediğimiz şeylerin varlığına delalet eder bu. Fakat insan kendisini dolmuş, bastırılmış, kokuşmuş bir çöp kutusu gibi hissediyorsa eğer, orada hayatından çıkarmak istediği ne yazık ki sadece hayatındaki basit detaylardan ibaret değildir. Kişi kendi hayatından uzaklaşmış ve vazgeçmiş demektir bu. Hayatındaki olabilecek en acımasız kişiyi kendi elleriyle yaratmış demektir. Kendini tanıyamaz olur, yaşadığı her şeyi de kendine mübah sayar.

 

Her insanın hayatında virajlar olur. Keskin virajlar. Büyük dönüm noktaları. Şu tecrübesiz yazar hanıma bir gün gelip de sorsanız ki; ‘bu hayatın sana öğrettiği en büyük şey nedir?’ diye, koskoca puntolarla size şu cevabı verirdim: her insan yaşamı boyunca keskin virajlardan geçer. Büyük dönüm noktalarından. Bazen kısacık bir andır bu; etkisi sizin hayatınıza nüfus edecek, bazen de uzun bir süreçtir; yıpratacak. Bazen sürecin içinden geçerken hiçbir şey anlamazsınız, sadece o anda kalırsınız. Bazen de hissedersiniz; bu yaşadığınız şeyler sizden bir şeyler alıp götürüyor ve yerine yeni şeyler koyuyordur.


Kendi geçen günlerime baktığımda, ilk keskin virajımı daha çocuk yaşta, ailemin ölümle yaşam arasında bir çizgide salındığını öğrendiğimde aldığımı düşünürüm. Tahmin edersiniz yıpratıcı bir dönemdi bu. Öyle ki ben bu süreçten geçerken öyle bir buhrandaydım ki virajmış, dönümmüş pek de öyle şeyler düşünememiştim. İnsan, her andan ve olaydan kendine bir pay çıkarabilir. İnsan, her durumdan kendini suçlu da çıkarabilir. Ben de insan olarak pek tabii kendimi suçlamaktan alamadım. Kendimi kokuşmuş, bastırılmış, ağzına kadar dolmuş bir çöp kutusu gibi hissetmekten de alamadım. Çöp kutusu öyle kötü bir haldeydi ki; bırakın temizleyip paklamayı, ona yaklaşılmıyordu bile. Kendimi o buhrandan çıkarmam ise uzun zamanlarımı aldı ve bu ilk virajım, olması gerektiği gibi benden bir şeyleri alıp yerine başka şeyler yerleştirdi. O sıralar artık kendimi çöp kutusu gibi hissetmediğim bir vakitleri hatırlıyorum. Kendime daha sevecen, sıcak ve samimi davranmanın verdiği bir yumuşacık his vardı kalbimde.


Dediğim gibi her insanın kendine özgü virajları olur. Bu da benim tek virajım değildi. Çok virajlı yollardan geçtim. Her seferinde de kolay olanı; kendimi suçlamayı seçtim. Kendimi çöp kutusu ilan etmek kolay olandı, ben de hep kolaya kaçtım. Toparlanmam her seferinde zamanımı aldı, büyüdüm, okyanusun diplerini daha net görmeye başladım. Ama işte bu dünyayı keşfi bitiren bir kişi var mı aramızda, bilmiyorum. Bazen yeni bir mercan resifi bazen de vahşi bir balık sürüsü çıkabiliyor karşımıza.


 Kendimi tecrübeli diye ilan ettiğim için, içten içe, kimse bana dokunamaz sanmışım. Gardım biraz inmiş farkında olmadan. Ben yeni mercan resifleri ararken, vahşi balıkların saldırısına uğramışım. Biraz daha uyku halinde olsam saldırıdan böyle ucuz sıyrılamazmışım. Üzerimdeki yorgunlukları, buhranı, sisli havayı hissedebiliyorum bu günlerde. Yine o tanıdık yollardan geçiyorum. Her gece kendimi yine bütün davalardan suçlu çıkartıyorum. Bütün suçu sırtıma yüklenip belimi doğrultamamaktan dem vuruyorum. Kalbime, zihnime bir çöp kutusu yerleştirip bahar temizliği yapacağıma, kendimi bir çöp kutusuna çeviriyorum. Üstünü de bastıra bastıra sıkıştırıyorum. Derin bir uyku hali bu; insan kendine ne kadar acımasız davrandığını öyle kolay fark edemiyor. Bütün suçları yüklenmekten geri alamıyor kendini.


Ben bugün kendimi içten içe bir çöp kutusuna çevirdiğimi fark ettim. Henüz dolmuş, kokuşmuş, bastırılmış bir çöp kutusu değil ya; bu iyi bir şey. Artık her şey biraz daha kolay. Evet, sislerin dağılması biraz zaman alır belki; temizlik biraz uzun da sürebilir. Hiç olmazsa içimde bir bahar temizliği yapmış olurum.


Hiç kimse, amacından sapmış bir çöp kutusu olmayı hak etmez dostlarım. Kimse, bütün suçların sahibi olamaz. Kalbimizin köşelerinde koyduğumuz çöp kutuları bize yeter de artar bile!  Sisler ise elbet bir gün kalkar. Mercan resifleri elbet bir gün karşımıza çıkar. Kalplerimizi çöplerden temizleyebilmek ümidiyle; temiz bir dünya için el ele!

 -Ş.



 


11 Ekim 2024 Cuma

KIRMIZI HALI TEORİSİ.

12.10.24, cumartesi.


   Hangimizin önüne girdiği her ortamda kırmızı halılar serildi ki? Hangimizin her şey istediği gibi oldu bu hayatta? Hangimiz girdiği her ortamda bakışları üzerinde topladı? Eğer babanız büyükelçi minvalinde bir yerlerde değilse ya da minnacık ailenizin prensesi değilseniz siz de diğer herkes gibi normal hayat yaşıyorsunuzdur. Öyle her akşam yemeği menüsü istediğiniz gibi olmaz. İstediğiniz her koşulda istediğiniz gibi yaşayamazsınız. Ayakkabı almak için bile ailenizin kendi içinde bir ihtiyaç sıralaması vardır ve ona uyarsınız. Kısacası ve aslında en önemlisi, her istediğiniz şeyi istediğiniz zaman elde edemezsiniz. Eğer uygun bir istekse vakti zamanı vardır, eğer uygun değilse sıralamaya bile alınmaz. Bir yerden sonra siz kendi yolunuzu çizmek ve hayalinizdeki o konforlu ortam için, hayatın tam içine bizzat kendi isteğinizle bodoslama dalarsınız. Kimi zaman ucundan kıyısından sakin bir giriş de olabilir bu. Sonuç olarak, kendi alnınızın terini akıtmayı yine o teri kendiniz silmeyi öğrenirsiniz. Hep çırpınırsınız daha ilerisi için, ama yine aynı yerdesinizdir. Allah garip kuşun yuvasını yapar dersiniz, ki zaten başka çareniz de yoktur, tekrar çabalarsınız tutunabilmek için.

 

Burada garibanlık felsefesi yapmayı çok isterdim; ama bu yazdıklarım felsefe yapmaktan çok daha gerçek. Anadolu coğrafyasını destansı bir toprak parçası haline getiren şeylerden biridir bu; kendi yağında kavrulmayı öğrenmek. İlmek ilmek hayatınızı döşersiniz toprağa döktüğünüz her bir ter damlasıyla. Ama işte bir an başınızı kaldırıp bakarsınız şöyle etrafınıza: bazılarının önünde kırmızı halılar serilidir. Bazılarının dolap dolusu ayakkabısı vardır da siz bir tanesine muhtaçsınızdır hala. Bir ter damlası akıtmadan çağlar ötesinde yaşayan insanlar vardır başınızı kaldırdığınız yerde. Biliyorum; başınız ümitsizce önünüze düşer öyle zamanlarda. Olmuyordur işte! Nereden tutarsanız tutun olmuyordur. Sizin babanız ne büyükelçidir ne de yolunuza kırmızı halılar döşemiştir. Bırakın; o da kendini bildi bileli kendi yağında kavrulmaktan öteye geçememiştir zaten. Başını kaldırıp sizi mi görecek! Kötü olmaktan, baba olamamaktan değil; o da ancak böylesini biliyordur çünkü. Allah onlardan razı olsun.

 

Pek tabii, çağımız farklı bir evreye geçiyor. Anadolu irfanında toprağı ekip biçen atalar vardı, yeni çağda farklı yaşam biçimler. Masa başı çalışarak toprak yüzü görmeden günlerimizi geçirmeye başladık. Evet, yaşam biçimimiz, yöntemlerimiz epey değişti; ama bu topraklarda bir şeyler öylece kaldı: kırmızı halısı önüne serili olanlar ve başını kaldırıp etrafa şöyle bir baktığında kırmızı halısı önüne serili olanları görenler. Ekmeği kolayca kazanmayı hep bildiler bazıları. Zekâ gücü mü, bilemem. Onlardan biri olmadığım kesin. Ben ki; daha yağımı kavurmayı becerememişim. Sadece gördüklerimden ibaretim.

Her ne kadar kırmızı halıların önüme serilmediğinden emin olsam da hep en yakınımda bir yerlerde onlardan görürüm. Hayretle hayatımı onlarla karşılaştırmadan da edemem. İşin daha da fenası, en yakınıma kadar onları dahil ettiğimde, bilmiyorum belki de onlar beni en yakınlarına dahil ediyordur sonuçta güç onların elinde olur genelde, fütursuzca onlar gibi yaşamaya çalışırım. Olmayan ayakkabı dolabına neden varmış gibi davranırsınız ki? Halbuki ayakkabı almam gerektiğinde önce ihtiyaç sırasına alınırım.

Bu duruma ne gibi bir açıklama getirilebilir, bilmiyorum. Bildiğim; onların yanında kendimi alçak bir yerde gördüğüm ve bu konumdan çıkmak için onlarmış gibi davranma eğilimimin olduğu. Görüyorsunuz; beyhude bir çaba. Keşke bunu sadece dış görünüş ve yaşam tarzı gibi somut durumlarla açıklayabilsem. Ama bilinmesi gereken en değerli şeylerden biri de şudur ki; yaşadığınız hayat sizin kişiliğinizi belirler. Etkilemekle kalmaz; belirler. Küçük şeylerden mutlu olmayı öğrenmek kolay değildir. Yetinmeyi bilmek de öyle. Yorulmak nedir bilmeden çabalayan insanlar ile yorulmak nedir bilmeyen insanlar elbette ki aynı kefeye koyulamaz. Girdiğim bu beyhude çabalarda bildiğim duyguları bilmezden gelir, bilmediğim yabancı duygulara da alışıkmışım gibi davranırım. Ama işte rolüm bir yerlerde sığ kalmış olacak ki; yerim hemen kendiliğinden belirir. Orada onlar için bir piyon, hatta üzücü ama uşak konumuna girerim. Aslında bu bahsettiğim şeylerin hiçbiri alenen söylenen ve yapılan şeyler değildir de olaya kuş uçuşu bir bakış atıldığında her şey apaçıktır, nettir.

Okuyucum; ben de oralara özenmiş biri olarak oraları beğenirim ki; bırakmak istemem. Piyon mu olmam gerekiyor? Olurum. Uşak da olurum. Oralar güzeldir çünkü. Size acı bir şey belirtmek isterim; bu hayatta değersiz hissetmek kadar yıkıcı çok az şey vardır. Ama aslında kendi değerimi de kendim vermişimdir ya! Bu yüzden kaybolmayacağınızdan eminlerdir. Siz hep onların arkasından gidecekmişsiniz gibi. Cepte olmayı kastediyorum, evet. Ben onlar için cepte olurum. Harcanır harcanır dururum. Bendeki kalp ya ey ahali!

 

Sonra bir vakit geçer, gözüm açılır, avucumda kırıklarımla öylece bakakalmışım: sağım boş, solum boş. Başımı kaldırsam yine o kırmızı halılıları göreceğim. Davul bile dengi dengine ey can! Ne için çabaladın? 


-Ş.




6 Ekim 2024 Pazar

UYKUSUZ GÜNCESİ.

 23.09.24, pazartesi.


Nereden başlayacağını bilemeyen bir kızın güncesi bu. Odasında oturmuş, gecenin kör bir saatinde sıkışık düşünceler yüzünden uyuyamıyor. Yani bir şeyler olmalı. Olmalı; ama ne? Kendini bir köşeye sıkışmış hissediyor. Ailesinin beklentilerine yetişemiyor, kendi yolunu çizemiyor, tek başına bir kahve bile içemiyor, üstelik; sanki biraz da sevilmiyor… ne yapsa olmuyor, yetmiyor; yoruluyor ama kimseye de ses etmiyor.

 

Onun herkesi gördüğü gibi o da görülmek istiyor olabilir mi? Olabilir. Kimsenin onu görmediği gibi o da kimseyi görmek istemiyor da olabilir. Sevilmek istiyordur belki çıkarsızca. Dostları kazık atmasın istiyordur belki. Şu ruhunu sarmaşık gibi saran yalnızlıktan kurtulmak istiyordur artık.

 

Bu dünya bizi yoracak, belli. İstediğimiz yolları çıkmaz sokaklara bağlayacak, yokuş yukarı koşturtacak. Biz de ha bire yeni yollar arayacağız. O yokuşları söylene söylene çıkacağız. Olacak olan bu. Bunu biliyoruz da işte klavye delikanlılığı yapmak her zaman en basiti oldu ya! Biz bu yorgunluklardan nasıl sıyrılacağız? Hadi o çıkmaz sokaklardan geri döndük diyelim doğru yolu nasıl bulacağız? Yok mu yahu şu memlekette çıkacağı bütün yokuşları çıkmış, şu dünyanın kaç tane çıkmaz sokağı varsa hepsini tanımış koca yürekli bir yol göstereni?

 

Herkesin yolu farklı be uykusuz kız; herkesin yolu kendine. Çıkmazsa döneceksin, yokuşsa çıkacaksın. Kıyak mıyak yok bu raconda. Kendi yolunu çizeceksin. Yalnızsan en kral yalnız olacaksın. Sana bakıp da, yalnızlık güzellemesi yapacaklar. Kendini en çok sen seveceksin. Ha; en çok da kendini seveceksin orası ayrı.  Zaten öyledir; ne zaman bir şeye ihtiyaç duymaz olsan o gelip seni bulacak. Sen, o aradıkların seni bulsun diye aramayı bırakmayacaksın ama. Sen, aramayı bırakmak için arayacaksın. Koşmayı bırakıp yürümeye başlamak için. Kendini bulursun sonra belki en nihayetinde. Belki geceleri daha erken uykuya dalarsın bu taktiklerle.


Ha bir de! Yatmadan önce bitki çayı içmeyi dene bir dahakine. Belki böyle büyük yöntemlere kalkışmadan sorunlarının bazılarını halledersin. Dünyanın raconunu öğreneceğinden değil de; en azından uyku problemini çözebil diye!


Ş.







3 Temmuz 2024 Çarşamba

RENKLERİMİZİ KAYBETMEMEK İÇİN.

 12 Mayıs 24, pazar.


Ara sıra dünya bize farklı renkleriyle görünür olduğundan. Sanki biraz daha yemyeşil., biraz daha masmavi… evet bahar geldi. Tabiat canlanıyor, sabah uyandığımızda zaruretten gitmemiz gereken yerler olsa dahi bir istek filizleniyor içimizde yatağımızdan çıkmak için. Kıyafetlerimizde bile bir renklenme hâkim değil mi? Bahar geldi, yaz geliyor…

Bazen de hayat, her ne kadar bahar mevsiminde olsak da bahar gibi hissettirmeyebilir. Belki içinizi ürkütücü bir titreme alıyordur bu sıralar. Her şey bir önceki günden veya diğer her günden biraz daha zor ve yorucu oluyordur. Ara sıra da dünya renklerini kaybedebiliyor işte. Bu satırlar birilerinin, birilerini ya da en azından kendini anlayabilmesi için…

Sizce kendimize çok mu yükleniyoruz? Unutmak için, hatırlamak için, olduğumuz hali değiştirmek ya da değiştirmemek için? Biraz keskinleştik sanki. İnandıklarımızı, düşündüklerimizi, sınırlarımızı sanki ülke sınırı korur gibi korumaya çalışıyoruz. Değişmek istiyoruz belki ilerlemek için; ama bir yandan da ödümüz kopuyor bir adım öne çıkmaktan. Sorsalar herkes her şeye olabilir gözüyle bakıyordur ama sıra palyaço olmayı seven birini kabul etmeye gelince kıyametler kopuyor. “O kırmızı burun ne alaka?”, “Başka kıyafet mi bulamadın?”, “Saçlarını rengarenk boyayıp da nasıl berbat etmişsin!” “Sen istemiyorsan boyama kardeşim saçlarını; ben böyle seviyorum!” demek var...

Evet, kendimize çok yükleniyoruz. Yeri gelince değişmemek, yeri gelince de değişmek için. Bir ‘olması gereken’ olmalı mı? Hangi siteden sonuçlara bakıyoruz peki? Ona göre yerimi kapacağım da! Bırakalım Allah aşkına! Bukalemun muyuz biz? Bir rengimiz var zaten. Konu benliğimizde ya da duruşumuzda kararlı ya da kararsız olmak da değil aslında. Sadece ne için neyi değiştirdiğimizden emin olmamız gerek. Ben değişiyorum ama neden, niçin, kim uğruna?

Çığlıklar, yardım çığlıkları!

Çılgınlarca bir hızla renklerimizi kaybediyoruz. Dedim ya, ara sıra dünya bize farklı görünür olduğundan, diye! Evet; bazen yeşiller, maviler bol olur baktığımız her yerde. Bazense grileştiririz işte dünyayı kendimize ve birbirimize. Yanlış anlaşılmasın; gri rengi güzeldir, ortayı bulmaktır aslında. Ama amacımızdan sapıyoruz sanki biraz. Orta olmayı bırakın; asit ve bazlar gibi iki ayrı uca çekiliyoruz. Ne olsun peki? Herkes her şeyi tartışabilsin mesela, kırmızıyla mor yan yana gelebilsin. Neyden korkuyoruz ki? Kırmızı zaten kırmızı olarak kalacak, mor da mor. Karışmaktan mı korkuyoruz birbirimize? Halbuki büyük resme bakın; rengarenk yaprakları olan köklü bir ağaç! Birileri düstursuzca yeni renkler oluşturmaya çalışarak zaten eşsiz olan renkleri yok ederken, birileri de iki alakasız gibi duran rengin yan yana gelme ihtimalinden bile hoşlanmıyor. Grileşiyoruz; evet. Ama bu öyle bir gri ki; sadece siyah ve beyazın arasında kalan değil; birbirine karışmış, iç bunaltan bir gri. Bu metin birileri birilerini anlayabilsin diye yazıldı. Okyanusa küçük bir taş atmak yazardan çıksın, okurlar da kıpırtıyı hissetsin diye. Bazen de anlaşılır olmadığınızı düşündüğünüz zamanlar gelir. Anlaşılmaz olmak sorun olmasın, biz bir yerde anlaşılabilir olmamayı da göze alalım. İçinde bitter, sütlü ve beyaz çikolataların karışık olduğu bir kutudan sütlü olanının tadına herkesin bakmasına gerek var mı? Kimileri de beyaz olan çikolatanın müptelasıdır mesela.

Kimi zaman da ne diyor bu yazar diyebilirsiniz; yazar da bilmiyor olabilir hatta. Bazen kelimeler zihninizden öyle düzensiz dökülür ki; karşınızdaki sizi Farsça konuşuyor sanabilir. Yok saymayın dostlarım; biz kafası karışık olanlar da var, onlar da bu gri dünyanın içinde bir yerlerde yaşamaya çalışıyor çaresizce!

-ş.




26 Haziran 2024 Çarşamba

SANA İTHAF, SON.

 27 Haziran 24, perşembe.


Günlerdir bir rolün içindeyim. Kendime, herkese, sana… hayatımın baharı diye anacağım gençlik yıllarımda sayende bir duyguyla, bir hisle tanıştım. Ondan önce hep büyük büyük laflar ettiğim anlar, yerler oldu. Günü geldi; hepsini yedim yuttum.

Hayatımın bir evresinde aşka kesinlikle inanmıyordum. Çevremde o kadar çok sorunlu ilişki vardı ki; kimse beni bunun tersine ikna edemez gibiydi. Sonra annemin anlattığı hikayeler vardı, bizzat benim şahit olduğum birbirine derinden bağlı insanlar, ne bileyim okuduğum kitaplar… İçimden kendi kendime inanmıştım ‘tamam’ dedim, ‘var böyle bir şey; aşk, sevda, adı her neyse! Aşk varmıştır ama eskide kalmıştır, bu zamanda böyle bir duyguyu arasan bile bulamazsın; boşuna heveslenme. Zaten varsa da seni bulmaz ya!’ Dediğim gibi hep büyük laflar ettim ben. Bana dediler ki; ‘çok büyük konuşma.’. Hiç dinlemedim, hafife aldım. Çok büyük laflar ettim.

Hayatımın bir diğer evresinde de sen vardın yani; varsın. Bu hikâyenin sonu her şeye rağmen bence hala muallak. Çokça bahsettim hikâyenin bundan sonrasından ama sanırım bu; benim anlatmaktan hiçbir zaman bıkmayacağım bir hikâye. Seni bir gün, çok savunmasızken, bütün gardım inikken, hiç olmayacak bir yerde gördüm. Çok etkilendim. Çok. Sonra seni olmayacak bir yerde tekrar gördüm. Çok titredim. Çok. Diyorum ya; ben aşka inanmıyordum direkt. O yüzden sana inanamadım, kendime de inanamadım. Kalbime hiç inanamadım. Beyninin ve kalbinin hiç zıtlaştığı oldu mu? Benim kalbim ve beynim o kadar büyük bir savaşa girdi ki; bu iç savaş beni allak bullak etti. Gerçekten bir süre ben kendime, duygulara, düşüncelere, hayallere inanamadım. Çok savaşlar verdim, çok sözler verdim; savaşları da kaybettim, sözleri de tutamadım. Zaten bir önemli durum da vardı ki, senin hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Ben de kafamdan bir sen uydurdum.

Hikayemin şimdiki kısmı hayatımın, kesinlikle ama kesinlikle, en güzel zamanlarıydı. Aşkın tadını aldım. Sevmenin güzelliği içinde sarhoş oldum ve ben kendimi tanıdım. İçimden bambaşka biri çıktı. Dünyanın farklı renkleri varmış derler ya! Öyle bir şeyler oldu, capcanlı bir dünya gördüm ben. Çok kısa sürdü ama bağımlısı oldum duygularımın. İlacı sendin ama bendeki bu kavga kıyametten senin haberin bile yoktu. İçimden çıkan deliyle olur olmadık şeyler yaptım, beni görmeni istedim. Ama biliyor musun, ben hep daha fazlasını istedim Allah’tan. Sonu ne olur diye düşünmedim. Ben hep seni düşündüm, ama sen gözünden değil; ben gözümden. Hayaller kurdum, rüyalar gördüm, dualar ettim ihtiyaçla. ‘Nimettensin!’ diyor ya şair; ben de sana öyle dedim içimden, ‘nimettensin!’. Sen benim bir yerde amacım, bir yerde de sebebim oldun.

Suçun yok biliyorum.

Buradan sonrası yokuşlu yollardan ibaret benim için. Ben aşkın tadının bu kadar acılaşacağını tahmin etmezdim. Kaptırdım kendimi. Bir yerde ayıldım, hüzünlüydü bu hikâye. Senden habersiz olan birinden bir şeyler beklemek zordu. Yorucuydu. Dedim ki; ‘Bende bu kadar kıyametler kopuyor o hiç mi hissetmiyor?’. Hissetmiyormuşsun, anladım. Eski ilişkini öğrendim, sonra aynada şöyle bir döndüm kendime baktım, sonra kafamdaki sana baktım, karşımdaki sana baktım… her şey ortadaydı aslında. Görmek isteyene her şey çok açık ortadaydı. Olmayacaktı.

Senden vazgeçtim. O kadar kolay değil.

Bir şeye inanmak istiyorsan önce ona inanmış gibi yapman gerekiyormuş. Ben de öyle yapmaya karar verdim. Çevremdeki herkes iyi ilerlediğimi söylerken ben içimde kaç yangın atlattım. Çok ağladım. Bazı geceler ağlayamadan öylece oturduğum yerde kaldım. Senden vazgeçtim dedim ama işte o kadar kolay değil. Ben bunun tadını aldım, bağımlısı oldum. Sigara gibi bir şey bu, aradım.

Bugünlerde biraz garip hissediyorum. Bu şehirden biraz uzaklaşınca iyi olacağımı söyleyenler vardı. Uzaklaştım biraz buralardan. Nasılım biliyor musun? Aciz.

Bir oda var, odaya bir kuş girmiş. Kuşu çıkarmaya çalışıyorum, çıkaramıyorum. Debelenirken kuşu bir kutunun içine sıkıştırıyorum, üstünü kapatıyorum. Üstüne de yükler koyuyorum. Yok gibi. Ama hayır; kuş hala orada, çırpınıyor. Sanki her an kutudan kaçacak yine odada deli gibi turlar atacak. Kutunun altındayken ulaşamaz sanki bana ama kutuyu kaldırmazsam odadan çıkamaz. Kutuyu kaldırırsam da oda darmaduman olacak. Süratle odada uçuşacak. Söyle, kuş odadan nasıl çıkacak?

 



15 Mayıs 2024 Çarşamba

ZAMAN İYİLEŞTİRİR DERLER.


İnsan olmak felsefede ya da teolojide tam olarak nasıl açıklanıyor size burada bunun hakkında net bir tanımlama veremem belki ama insanca yaşamaya çalışan birisi olarak şunu demeliyim; insan olmak hata yapmaktan geçer. Bunu bilemeyecek bir şey yok biliyorum. Ama farkında olmuyoruz çok zaman. Hatırlatmak isterim ki: Tek kullanımlık peçetelerden bir farkımız var.

Mutlu bir insan olmak için anlarımızı, kendimizi feda ediyoruz genellikle. Mutlu bir insan olmak. Maddi zenginlik, manevi zenginlik, saygınlık, sevgi… Bunlar bizi birer mutlu insan yapıyor mu? Mutsuzuz bir çoğumuz. Mutsuz olmayı çok iyi biliyoruz ve fakat mutsuzluğun bizden uzak olması için debelenip duruyoruz. Bir günde sayısız tercih yapıyoruz hayatımız hakkında. İşe giderken geçtiğimiz yollardan tutun, açıklanan üniversite sınav sonucundan sonra yaptığımız okul tercihlerine kadar. Sonuçları da bizi mutlu veya mutsuz birer kişi haline dönüştürüyor. Doğru veya yanlış tercihler. Hangisi ağır basan tarafsa ona göre sonuçlanıyor testiniz: mutlu veya mutsuz hisseden bir insan haline dönüşüyorsunuz.

Zihninizden küçük bir test yaptınız ve birçoğunuzun test sonucu negatif çıktı değil mi? Hatalar mı yaptık? Yani tam olarak nerede yaptık bu hataları? Tebrikler! Eğer şu sorgulama döngüsüne girdiyseniz X adlı Psikolog’dan % 90 indirim kazandınız. Gittiğinizde yazarın ismini verirseniz ekstra indirim kazanabilirsiniz.

Evet, bir günde sayısız tercih yapıyoruz. Yanlış, doğru, bizi mutlu eden ya da bizi mutsuz eden sayısız tercih. Bizi mutsuz eden bu tercihler bizim nazarımızda hata olarak kalıyor. Bu kadar mutsuz olduğumuza göre yaptığımız hataların da bir sınırlaması yok demektir. Evet, acı gerçek; hatalı insanlarız. Daha da doğrusu, insan olarak; hatalar yapanlarız. Üstelik hafızamız da çok kuvvetli! Bir türlü unutamıyoruz hatalarımızı. Ne kendi hatalarımıza ne de bize karşı hatalar yapanlara karşı bir türlü sünger çekemiyoruz. Kindar olmayalım. Tercihlerden ve bu tercihlerin sonucundan oluştuğumuzu unutmayalım. Keşkelerden ibaret olmayalım dostlarım.

Yazar, bugün burada bulunan ve hatalarından dolayı kendini affedemeyen herkesin sırtını okşuyor ve diyor ki “problem değil, hallolmayacak hiçbir sorun yok. Hataların üzerinden bir silgi çekemeyiz belki ama virgüller koyarak devam edebiliriz. Telafi etmek için her zaman bir yol bulunur.“. Merak ettiyseniz, hayır; yazar X Psikolog ’un psikoloji seanslarına henüz katılmadı. Bu sözler aslında yazarın kendine büyük bir merhametle söylemek istedikleri. Çünkü insan olmak mutlu olmak veya mutsuz olmaktan çok; hatalar yapmayı becerebilmekten geçer. Hatalar yapalım ve telafilerle yolumuza virgüller koyarak devam edelim.

Yazar da biliyor ki; yapılan hatalarla yüzleşmek burada klavye delikanlılığı yapmaktan çok daha zor. Yüz kızartan ve vücudumuza müthiş bir huzursuzluk sunan hatalarımız aslında bir şekilde geçiyor. Bilirsiniz, zaman iyileştirir derler. Hayatımızda annemizden sonra belki de değerini bilemediğimiz en büyük değer, zaman. İlerlemesini bir şekilde durduramadığımız bu güç, aslında biz umutsuz insanlar için büyük bir metafordur. Her zaman ilerler ve ilerlemeyi öğütler aslında. İlerle ve arkana sadece dikiz aynasından bakar gibi, kontrol amaçlı, bak.

Bilmenizi istediğim bir şey var: Hatalıyız, hatalarımız var. Büyüyoruz ve fark ediyoruz. Hepimizin hataları var. Benim, sizin ve onların hataları var. Artık bunlarla ,hak ettiğinden fazlasını verip, zamanımızı kaybetmeyelim. Çünkü zaman ilerlemesini durduramadığımız o büyülü güç. Gücümüzü ve enerjimizi doğru yerlere harcayalım. Zaman bizi iyileştirsin ve hatalı ama ölünce üstümüzden arınacak olan o bütün vasıflardan uzak insan olarak yaşayalım.
                                                    
                                                                                                                              13 Mayıs, 24.
                                                                                                                                      -Ş.



8 Mart 2024 Cuma

EV.

 

                                                                                                                                     8 Mart 24, Cuma.

 

Kimimizin hayatları hep aynı yerdedir. Yani öyle çok uzaklaşmamışlardır evlerinden. Doğduğu evden artık yetişkin bir birey olarak ayrılırlar. Çocuklukları hep aynı sokaklarda geçmiştir, sahiplenmek nedir iyi bilirler. Kimimiz de hep göçebedir bu diyarlarda. Ha bire bir yerlere yerleşmeye, oranın sakini olmaya çalışırlar. Bilmiyorum; bu çabalarının zaruri bir nedeni ola da bilir, olmaya da. Deveyi gütmeyi pek bilmezler, öğrenmemiş olabilirler; mazur görmek gerekir. Bazıları kabına sığmaz, hep bir şeyler arar. Bu kişilerin bir şeyler aradığını, kendini aradığını biliyorum. Nereden diye sormayın, rica ederim. Kaybettikleri her neyse belki de farkında olmadan, yorgunca, tükenmemecesine ararlar.

Memur bir babanın kızıyım ben. Hayatımın her bir köşesi farklı yerlerde geçti. Ülkenin dört köşesine şöyle bir uğramışım. Farklı kültürler, renkler tanıdım hep; orta olmak, kitabın ortasından okumak nedir iyi bilirim. Babam da çok küçük yaşta çıkmış diyarından. Hayat onu hep oradan oraya savurmuş. Öyle bir güzel öğrenmiş ki bir yerlere kök salmadan yaşamayı, artık onun için durağanlaşmanın ne kadar zor olduğunu tahmin bile edemezsiniz. Ben böyle gördüm babamdan. Köklerini savura savura nasıl dağılmadan, kendini kaybetmeden yaşanabileceğini gördüm. Kendimden nasıl kaçarım; kendimi nasıl ararım yöntem bu sanmışım.

Sonra ortaokulda en yakın arkadaşımla tanıştım. Doğduğu günden beri aynı mahalledeydiler. Yerleşik bir hayata çok alışkındı. Valiz toparlamayı bile pek bilmezdi. Bense bir valize en özel yöntemlerle en fazla eşya sıkıştırmayı falan biliyordum. Liseye geçtiğimizde yurtta kalmaya başladık. Az çok tahmin edersiniz; benim için her şey biraz daha kolaydı. Gurbet falan benim için tanıdıktı yani. Demem o ki, bir evinin olmasının ve de olmamasının ne demek olduğunu o yaşlardan beridir az çok bir yerlere oturtmuştum kafamda. ‘’Bir evim var mıydı, yani ben nereye aittim, mesela bugün ölsem nereye gömülmek isterdim?’’ Size bir sır vereyim: bu soruların bende bir cevabı hala yok. Biraz acınası olduğunu biliyorum ama ben evimi daha bulamamışım da bunu yeni yeni fark ediyorum.

Necib mahfuz demiş ya “ev doğduğun yer değildir. Ev bütün kaçma çabalarının bittiği yerdir.” diye. Tam olarak neyden kaçıyorum, buraya yazsam hakikaten roman olur ama bir şeylerden kaçtığım belli. Kalbim kırılıyor bazen, canım yanıyor, dünyanın kaç bucak olduğunu arıyorum. Kimseyi de suçlamıyorum ha! Sanki herkes benim bu kayıp halimi biliyormuş da beni harcıyormuş gibi geliyor da daha çok kırılıyorum kendime. Bazen vücudumu kesif bir yorgunluk hissi sardığında kabuğuma çekilmek ya da sırt çantamı alıp eve dönmek istiyorum. Eve. O yüzdendir ki; ben yılların yorgunluğunu taşıyorum sırtımda. Kamburluğum bundandır, bundandır belki de sonu gelmez çırpınışlarım yahut kıvranışlarım. Ev nerededir kimdedir bilmiyorum Ya evi bulmak gerek ya da evin seni bulması.


                                                                                                                                                  -Ş.



17 Ocak 2024 Çarşamba

BÜYÜMEK ÜZERİNE.

 

Eveet! 2024 yılındayız artık. Gireli bir on gün oldu. Bu kız 20 yaşını doldurdu şu durmak bilmeyen Dünya’da. Bunun hatırına da bir şeyler karalamak istedim buraya. Hani sorarlar ya ‘yeni yıla girdik ne hissediyorsun?!’ ya da şey ‘21 yaşına girdin ne hissediyorsun ?!’ gibi sorular için işte. Dönüp baktığımda ‘o zamanlar da böyle hissediyormuşum işte,  farklı bir şey yok!’ demek için yani.

Evet, hakikaten durmamacasına bir hızla bilmem kaç kez döndü dünya kendi etrafında, ne bileyim güneşin etrafında falan. Fizik bilgim pek yoktur. Yeni bir yıla girdik, her yerde bir curcuna... Yemin ediyorum bu konu hiçbir şekilde heyecanlandırmıyor beni, bilmiyorum ruhsuz olmakla falan alakalı değil bence. Tamamen hiçbir değişim görememem ve hayattaki beklentilerimin yıllarla bir bağlantısının olmayışıyla ilgili. Onun yerine her yeni ayı kutlamak daha mantıklı olabilir benim için. Daha hareketli ve beklentilerle dolu olurdu sanki. Demem o ki, o gün her yerde gezen aynı iki soru vardı: ‘ Yeni yıldan beklentin ne?’ ve ‘geçtiğimiz yıl sana ne kattı yada senden ne aldı?’ gibi minvallerde iki soru. Dediğim gibi ilk soru için diyecek çok bir şey yok. Başka bir yıl olsa ikincisi için de pek cevap veremezdim ama son zamanlarım biraz hareketli geçti diyebilirim bu konuda.

Şiir okumayı çok severim. Genelde devrimci ruhla yazılan ve harekete geçiren tarzda olanları, yaşama sevinci verenleri falan daha çok severim ama biliyorum şiir deyince akıllara genelde başka duygular geliyor. Bilmiyorum şiirlerin hepsi güzeldirdi aslında bir zamanlar. Günler de hep aynı çizgidedir mesela. Ne bileyim bir günün bir diğer günden belirgin derecede bir farklı hissettirmesi yalnızca o günle alakalıdır. Ama durup dururken yaşamayı sevmek biraz şovdur, ya da artık daha bir cıvıl cıvıl olmak, dinlediğin şarkıların anlamlarını hakikaten farklı çıkarmaya başlamak ya da dediğim gibi artık farklı tarzda şiirler okuyup anlamaya başlamak… Dediğim gibi şovdur işte.

Böyleydi işte geçen yılım benim. Tozu dumana kattı ve gitti. Hoş geldin 2024! 😊

İki gün önce de doğum günümdü. 20. Yılını doldurmuş ve 21. Yılına da o hızla giriş yapmış biri olarak yazıyorum; buralar şimdilik hep aynı. Değişmenin, gelişmenin falan da konuyla hiçbir alakası yokmuş ayrıca! Ama doğum günlerine yeni yıllardan daha fazla önem verdiğimi söylemeliyim en nihayetinde. Çünkü kişisel bir günün, dünyada herkese ait özel bir gün tanımlanması çok güzel bir şey bence. Herkesin özel günü aynı olursa özel gün olmaz sonuçta. Ama insanın en az bir gün kendini hakikaten özel hissetmesi gerekiyor kendisi için. Biliyorum, böyle söyleyince biraz acımasız. Bu hayatın bir şekilde yalnız bıraktığı insanlar ne olacak diyor olabilirsiniz. Kesinlikle öyle! Ama anlatacaklarımı bir dinleyin dostlarım:

Önceki doğum günlerim biraz stresli olurdu benim için. Ya hiç kimse hatırlamazsa ya birileri hatırlasa dahi o aradığım özel hissetme olayını kimseyle yaşayamazsam; çok kırılırım herkese, kendime derdim hep o gün gelmeden önce. Sonra hayat sizi farklı fırtınalardan geçiriyor, farklı eleklerden eliyor; minnacık bir toz zerresi kadar kalıyorsunuz. Bir şeyleri birilerinden değil kendinizden beklemeye başlıyorsunuz. Çünkü başkasından beklediğiniz hiçbir şey hiçbir zaman sizin beklentilerinizi karşılamayacak. İnancınız doğrultusunda yaratıcınızdan bekliyorsunuz aslında. Bu konuda yaratıcımın ben kulunu hiçbir zaman yalnız bırakmadığını türlü defaatle doğrudan ve istisnasız her seferinde de dolaylı gördüğümü söylemeliyim. Çok şükür ki rabbimin ne kadar yakınımda olduğunu hissedebiliyorum. Biliyorum ki benim yaratıcım nasıl isterse öyle olur ama onun istediği zaten her zaman benim için en güzeldir. Teslimim yani. Ama işte insan bazen bir şeyleri çevresindekilerden bekliyor. Dediğim gibi o beklentiler hiçbir zaman yerine gelmez. Kırılan hep biz oluruz dostlar. Yalnız hissederiz sonra, hiçbir zaman mutlu olamayacakmış gibi. İşte yine yukarılarda bir yerlerde dediğim gibi de hayat bir şekilde sizi A noktalarından B noktalarına götürür. Dersiniz ki: ‘ben buralara nerden geldim?’ bilmem, gelmeniz gerekiyordur muhtemelen. O kazığı yemeniz gerekiyordur, o yokluk günlerini yaşamanız, o aşk acısını çekmeniz gerekiyordur. Neden ben diye başınızı bir yerlere vurmayınız lütfen.

İşte! Hayat sizi bir yerlerden bir yerlere getirdiğinde artık çevrenizdekilerle aranızda ne kadar güçlü bağ kurmuş olursanız olun, kendinizi kendi başınıza sevmeyi öğrenememişseniz hep birilerinden bir şeyler beklerken bulursunuz kendinizi. Bir de kendinizi onların beklentilerine göre şekillendirmeye çalışırsınız. Tam olarak nerede yüklendi bilmiyorum ya da bir anda mı oldu ama bir yerlerde kendime çok daha farklı bakmaya başladım. Kendime hakikaten çok haksızlık ettiğimi ne kadar çok başkaları adına yaşamaya çalıştığımı gördüm. Kendimi tam olarak başarabildin mi derseniz; hayır. Daha yolum çok biliyorum. Ama en azından yola çıkmış olmanın rahatlamışlığı var üzerimde. O yolu bir şekilde ilerleteceğimi biliyorum.

Anlatmaya çalıştığım buydu işte. Bu yıl doğum günümü kutlayan ilk kişi ben oldum. Çok güzeldi benim için. Kendime sıkı sıkı sarıldım ve çok büyük bir içtenlikle iyi ki varsın dedim. Sonra baktım ki aslında başka bir kutlamaya o kadar da ihtiyaç duymuyorum artık. Çevremde beni seven ve benim sevdiğim herkes iyi ki var, doğum günümü kutlamasalar da bir şekilde hallolur. Kutladıklarındaysa yine büyük bir minnetle kabul ettim bana bu denli iyi hissettirdikleri için. Teşekkür ettim ve sıkı sıkı sarıldım onlara da. Karşılaştırdığım zaman çok daha kalabalık geçen doğum günlerimin olduğunu da hatırlayabiliyorum gün sonunda bir tatminsizliğin oluşturduğunu da. Bu yıl hepsinden kalabalık ve içtendi benim için.

Beni seven, sevdiğini bildiğim herkese😊

11 Ocak 24

Ş.



9 Aralık 2023 Cumartesi

sana ithaf,2.

                                                                                                                     13 Kasım


Bugün hava yağmurlu. Bütün gün kesintisiz yağmur yağdı. Ayrıca seninle ortak bir dersimizin sınavı vardı bugün. Sınav için değil ama seni görebilmek için üstüme başıma ayrı bir özen gösterdim. Ama seni göremedim, olsun. Geri dönerken otobüse binmek istemedi canım, şemsiyem vardı zaten. Yolda bir kahve dükkanından kahve aldım, sonra seni düşündüm. İster istemez zihnime doluyorsun zaten, ne yapayım? Acaba dedim; şimdi nerededir, o da kahve sever mi? Sonra içim müthiş huzursuzlaştı. Artık o kadar da iyi hissetmiyorum. Yurda geldim oda arkadaşım gidene kadar her şey çok güzelmiş gibi sohbet ettim, güldüm. Sonra odada tek kaldım. Melankolik hissetmemek için ne yapmalıyım? Senin ismini bile bilmemem içime dokundu. Tamam, evet; tanımlamalar o kadar da önemli değil sonuçta seni görmem bile yeter. Bugün o da olmadı, bak!

 

Günün geri kalanını güzel geçirmek için planlar yaptım; biraz sonra duşa girerim, şimdi dizi izleyeyim de kafam dağılsın. İzlediğim filmde senle ben vardık; tamam artık dayanamıyorum, kimse yok zaten ağla gitsin. Yüzüm gözüm şişti yine, yapacak bir şey yok; yüzünü yıka iyi gelir. Tuvalete giderken bir arkadaşımla karşılaştım. Belli tabii neden ağladığımı sordu, ağlamak isteyince sebep bulunuyor dedim. Diyecek bir şeyim yoktu ki!

 

Günün geri kalanını planlarım dahilinde geçirmeye çalıştım; saatler ilerledi derken zihnime eskilerden bir şarkı düştü:

 

‘Hani bu dağların ardından, güneş doğmayacaktı

Hani bundan başka şehirde, barış olmayacaktı

Sana sarıldığım an, yağmur duracaktı.’

 

Dışarıda hala yağmur yağıyor. Artık hava karardı. Bir gün daha bitecek, iyiyim. Yemek falan yedim sonra, yarınki sınava çalışmam gerek. Belki seni de görürüm. Oda arkadaşım geldi diyor ki ‘düşünsene dışarıda yağmurun altında sevgilinle el ele yürüyorsunuz.’. Bilmiyor ki; derdim var. İyiyim ama ben, bunlar her zamanki şeyler. Sen günü bitirmeye bak.


                                 illüstrasyon: Ilya Milstein


13 Kasım 2023 Pazartesi

Sana ithaf.

 

                                                                                                                                 8 Kasım 2023


Bu berbat hislerin temeli ne? Nerede ne zaman bu hisler içime yayıldı tam olarak bilemiyorum. Hesaplamaya kalkıyorum sadece, diyorum okul açılalı cok fazla olmadı, o zaman bu duygular uzun vadeli değil... o zaman neden bu kadar güçlü? Sürekli zihnimin oyunlarına yeniliyorum; kabullenmek istemiyorum, kabullenmek için can atıyorum. Düşünmemek için çıldırıyorum, düşünmezsem ölecekmişim gibi… ben seni seviyor muyum yoksa sadece bir etkilenme mi… hangi seçenek daha mantıklı olanı peki? Seni görünce kalbim sanki günde otuz bardak kahve içmişim gibi oluyor. Sanki düşüp bayılıverecekmişim gibi bir his. Başım dönmüştü mesela ilk ortak derste, sanki başımdan aşağı hem kaynar hem buz gibi bir kova su dökülmüş gibi sırılsıklam ıslanmıştım. Arkadaşım ‘iyi misin?’ diye sormuştu durup dururken. Ödüm kopmuştu birisi daha seni benim gördüğüm gibi görecek diye.

Bayılıvermek kelimesini sistem kabul etmiyor. Böyle bir durum yok demek istiyor herhalde. Ama var, emin olabilirsin. Nereden biliyorsun diye sorma.

Deli miyim yoksa canım mı sıkılıyor? Halbuki hayat yoğun canımın sıkılması için vaktim yok. Ama dün senin o ortak dersi alttan almadığına ve aynı dönemde olduğumuza emin olunca, tabii bu da uzun bir durum, yoklama listesinin fotoğrafını çektim. Döner dönmez iki tur bütün isimleri sorguladım sosyal medyada. Bir isim buldum ama o kadar emin değilim ki buraya yazmaya korkuyorum. O yüzden şimdilik sen; sensin.  Nasıl öğrendin dersen aynı dönemden olduğumuzu; haftada bir gün daha seninle  ortak dersimiz varmış. Konferans salonuna başka bir dersten geldiğim için biraz geç girmiştim. En arkalara doğru ilerledim, arkadaşımın yanına oturdum, ona doğru başımı çevirdim ve işte o an: seni gördüm! Tabii benim midem ve kalbim bir sarsıldı, seni her gördüğümde olduğu gibi… sonrası farkındalık anıydı. Sonra bir delilik geldi, arkadaşımın ne yaptığımı anlayamadığı bakışları altında yoklama listesinin fotoğraflarını çektim. Artık ismin benim elimde, kaçışı yok ama acaba hangisi sensin; bunu bilememek çıldırtıcı tahmin edersin ki.

Artık hazırlanmam gerek. Bu akşam bir arkadaşımla planlarım var. Ama buraya bunları sanki sen okuyacakmışsın gibi yazmak içimi bir tık rahatlattı. Sanki bir yerlerde beni dinliyormuşsun gibi.



                                                                                                                           

29 Ağustos 2023 Salı

İHTİMALLER PERİSİ

Pek çok zamanlarda kendinizi kırılmış hissedebilirsiniz, yorgun ve tükenmiş de. Pek çok zamanlarda hayâl de kurabilirsiniz, geleceğiniz için ümitle, umutla ve hayatla; hatta sebatla hayaller kurabilirsiniz. Ancak geleceğiniz için hayal kurmaktan ziyade kurtuluş için kapılar dileyenlerdenseniz biraz yorulursunuz. Zira bu; ne olup ne olmayacağını bilmeden, sadece ve sadece beklemektir. Neyi , ne için ve beklediğinize değip değmeyecegini bilmeden öylesine bir direniş ve vazgeçmeme şeklidir. Eğer vazgeçseydiniz yolunuz bir şekilde sonlanırdı. Fakat 'belki' adındaki ihtimaller perisi zihninizin yada kalbinizin derinlerinde bir şeyler için çırpınıyor. Sonuca değip değmeyecegini bilmeden hatta bir sonuç olup olmayacağını bile bilmeden. 
"Cancağızım, artık yeni şeyler söylemek lazım."

Mandalina bahçesi - Nias Diasamidze 🎶

                                                                            

CİĞERİMİN KÖŞELERİ

 22 Nisan, 25. Hiç kardeşiniz var mı? Benim var. Karındaş olanından. Ciğerimin iki köşesini dolduruyorlar. Dolabımdan bir parça kıyafet al...